İnsan sadece düşünen ve eylemde bulunan değil, aynı zamanda düşüncelerini ve eylemlerini şekillendiren duygulara da sahip bir canlıdır. Bu duygular bize arkaik ve evrimsel geçmişimizden miras kalmıştır. Hatta beynimizin bir bölümü olan “limbik sistem” bizim arkaik/duygusal beynimiz olarak adlandırılır ve duyu organlarımızdan alınan veriler ilk olarak burada işlenerek beynimizde ilgili merkezlere dağıtılarak işlenir. Bazılarımız duygusal beynimizden gelen verileri işlerken rasyonel olmayan unsurları daha kolay eleyebiliriz ve daha akılcı eylemlere yönelebiliriz. Algısal verileri kodlarken anlamlandırma sürecine duygularımızı dahil etmeyebiliriz. Veya tüm algısal verileri ve sadece duygusal sistemden gelen verilerle işleyerek sonuçlara ulaşır, kararlar verir ve bu kararlarla eyleme dökebiliriz. Süreç içinde nasıl bir yönelimimiz olursa olsun hepimiz “hissederiz” ve bu hisler olumlu ya da olumsuz her birimizde mevcuttur.

Arkaik beynimizde hissettiğimiz şeyler algının ötesinde, anlam yüklemek için içsel bir veriye dayanır ve biz bunlara “duygu” deriz. Bu sürçte algılamaktan değil, duyumsamaktan bahsederiz. Bazılarımız kendilerine tüm duyguları yaşamak için izin verir, bu sayede olumlu ya da olumsuz duygularının deneyime dönüşmesine fırsat verir ve onlarla baş etmeyi öğrenir.  Bazılarımız ise olumsuz duyguları yok sayar ve sadece olumlu duyguların hayatında var olmasına izin verir; bu olumsuz duyguları yok sayıp bastırırken ise genellikle sonrasında karşımıza nasıl çıkacağını bilemeyiz. Ancak bastırıla, yok sayılan duygular genellikle beklenmedik anlarda daha olumsuz sonuçlarla karşımıza çıkarlar. Oysa hep söylediğimiz gibi hayatta hem olumlu hem de olumsuz duygulara yer vardır. Hatta bir olumlu bir duygunun anlam bulabilmesi için olumsuz duygunun da hayatımızda yer bulmasına izin vermemiz, tüm duygularımızı oldukları gibi kabul etmemiz önemlidir. Sonuçta hissetmenin doğrusu ya da yanlışı yoktur.

Yetişkinler olarak kendi duygularımızla temas etme şeklimiz, bunlarla başa çıkma biçimlerimiz çocuklarımız için çok önemlidir. Duygularımızla ne yaptığımız ve onları nasıl yaşadığımızı izleyerek çocuklar kendi içlerinde kabul edilebilir olan ve kabul edilemeyen duyguları değerlendirirler. Bazılarını ebeveynleri de kendi duyguları ile daha güçlü baş edebilsin diye daha sık ortaya çıkarırlar, bazılarının ise güvenip yaslanmak istedikleri yetişkinler olan ebeveynlerindeki olumsuz ve yıkıcı etkisini gözlemleyip asla onlara temas etmeden yaşamaya çalışırlar. Ya da gözlemlemenin ötesinde bizlere kendi duygularından bahsederler ve onların duygularına bizim verdiğimiz tepkileri değerlendirirler. Bu da ileride neyi, nasıl ele alacaklarına, neyle daha kolay baş edebileceklerine ya da ne hakkında hiç konuşmamaları gerektiğine dair onlara fikir verir. Her iki durumda da çocuk yaşam deneyiminin sınırlılığı içinde bu gözlemler ve sonuçlarla baş etmekte çok zorluk çeker ve bu durum çocuklar için büyük bir yüktür.

Tüm duyguları olduğu gibi kabul etmenin önemli olduğunu rasyonel tarafımızla biliyor olsak da,  kültürel olarak ya da yetiştirilmeden dolayı, olumsuz duygular söz konusu olunca biz yetişkinler genel bir tahammülsüzlük içinde oluruz. Çocuklarımız bize olumsuz duyguları ile geldiklerinde, okuduğumuz kitaplar, sohbet ettiğimiz uzmanlar ve incelediğimiz makalelerin etkisinden çok kendi içsel deneyimimize çekilir ve o deneyimden yansıyanlarla cevap verirken buluruz kendimizi. Dolayısıyla söylediğimiz şeyler uygun ve kabul edilir bir mesajı içerse de beden duruşumuz, sesimiz ve ifadelerimiz başka bir hikaye anlatır çocuklara. Ve alttan ilettiğimiz mesaj bazı duyguların aslında hala kabul edilmediği olur.

Korku hepimizin zaman zaman hissettiği temel duygulardan biridir. Çocuklar söz konusu olduğunda çok sık karşımıza çıkan ve çoğunlukla kendi deneyim penceremizden cevap verme ihtimalimizin olduğu olumsuz bir duygudur. Kimse korkmak istemez ama herkes bir şeylerden korkar. Çocukken korkularımız daha hayali şeyler iken yetişkin olduğumuzda bunlar sosyal olaylar ya da beğenilme gibi içsel tutumlardan kaynaklanır. Ama ne olursa olsun korkuyu ne çocuklarımızda ne de kendimizde görmek isteriz; kendimiz korkmaktan korktuğumuz ve korkularımızı kabul edemediğimiz gibi çocuklarımızın da bir şeylerden korkmasından hoşlanmayız. Oysa onlar gelişimlerinin çok önemli bir parçası olarak korkarlar. Yaşam deneyimlerinin kısalığı ve her an yeni bir durumla karşılaştıkları, yeni şeyler öğrendikleri düşünüldüğünde, bu alışılmadık durumlarla ilgili korkuyor olmaları, yeni korkular geliştirmeleri de normaldir ve hatta gereklidir.

İlk korkular genellikle bir bebek anneden ayrışmaya başladığında ortaya çıkar. Sonra hayal olan ile (içsel gerçeklik), gerçek olan (dışsal gereklik) karşılaştığında yeni korkular ortaya çıkmaya başlar. Zihinleri geliştikçe yeni düşünceler geliştirirler, yeni duygular, deneyimler yaşarlar. Bu tanıdıklıktan uzaklaşmak da yeni korkuları doğurur. Başta sadece besinin zamanında gelmemesi korku kaynağıyken, zamanla yüksek sesli objeler ve insanlar ya da evden ayrılıp yeni bir ortama girmek veyahut da sevdiği, alıştığı ortamdan uzak olmak olabilir. Sonuçta çocuklar korkarlar, her baş edilmesi öğrenilmiş korku ile bir daha korkmayacaklarının garantisi gelişmez ve büyüdükçe yeni şeylerden korkmaya başlayabilirler.

Neredeyse her çocuğun korktuğu bir şey ardır Bu korkuların bazıları gerçekçi bazıları ise tamamen mantıksız olabilir. Gerçekçi veya değil korkular aslında bizim dünyada var olmak için atacağımız adımları belirlememize yardımcı olur. Bu sayede riskleri görürüz, tehlike içeren durumları fark ederiz ve aslında kendimizi korumayı öğreniriz. Bazı korkularımız ise hiç karşılaşmadığımız durumlara ilişkin miras aldığımız korkulardır. Bunlar bize evrimsel atalarımızdan gelmiştir; hiç görmemişizdir ama yılanlardan ya da dinozorlardan korkarız. Hatta atalarımız bize bu korkularla birlikte temel üç baş etme mekanizması da miras bırakmışlardır; çok korktuğumuz bir şey karşısında donup kalabilir, ondan kaçmayı tercih edebilir ya da onunla savaşmaya karar verebiliriz. Evrimsel yolculuğumuz çok uzun bir süredir devam ettiği için yeni baş etme yöntemleri de her gün repertuarımıza eklenir ve her an çevrelerini keşfeden çocuklarımız için de yeni baş etme yöntemlerine başvurmaları için korkunun koruyucu bir işlevi vardır. Çocuklar korkuları aracılığıyla çevreye uyum sağlamayı, problemlerle başa çıkmayı ve kendilerini tehlikelere karşı korumayı öğrenirler.

Çocuklar farklı yaşlarda farklı şeylerden korkabilirler. Bebekler, yüksek sesler veya ani hareketler, yabancılar, bakım veren kişilerden ayrılmak, ev içerisindeki yeni fiziksel düzenlemeler ve/veya rutinlerindeki değişiklikler gibi şeylere karşı korku duyarlar. Anaokulu çocuğu diyebileceğimiz iki ve altı yaşları arasında ise çocuklar karanlıktan, gece çıkan seslerden, maskelerden, canavarlar ve hayaletlerden, palyaçolardan ve bazı hayvanlardan korkabilirler. Okula yeni başlayan çocuklarda rutinler değiştiği için evden uzak kalmak, ailesinin onu okulda bırakması, bilmediği bir insan topluluğu içinde nasıl davranırsa güvende olacağını kestiremiyor olması korku kaynağı olabilir. Bunlar “okula gitmek istemiyorum” gibi serzenişler şeklide ortaya çıkabilir ya da bunlardan bahsetmese de daha önce korkmadığı bir şeyden korkması olarak kendini gösterebilir. Sonuçta bunların hepsi normaldir, kabul edilebilirdir ve yetişkinin sakin kalarak çocuğuna destek olmasıyla halledilebilir. Peki nasıl?

Çocuğunuz size yatağın altındaki canavarlardan çok korktuğunu söyledi, yatağın altında bir canavar olmadığına eminsiniz ve bu korkusunu yenmek için ona destek olmak istiyorsunuz ne yaparsınız ona ne dersiniz?  Belki de ilk olarak akla “oğlum/kızım olur mu öyle şey atağın altında canavar olur mu hiç hem sen artık büyüdün büyük çocuklar canavarlardan korkmazlar gibi bir cevap geliyor. Akla ilk gelen bu olsa da en doğru olan bu değildir “saçmalama olur mu öyle şey gibi bir cevap biz yetişkinlere iyi hissettirmediği gibi henüz gerçekle hayali birbirinden ayıramayan çocuklarımıza da iyi hissettirmemektedir.  Çocuğunuz artık büyüdü ve anaokuluna gidiyor her gün yeni yeni şeyler öğreniyor birçok kavramı biliyor şekilleri ve renkleri tanıyor   “Bu kadar çok şeyi bilirken nasıl olur da sifon çekildiğine tuvaletin kendisini yutabileceğini düşünüyor sorusu kafanızı kurcalıyor olabilir  çocuğunuzun korkusu size ne kadar saçma gelse de onu dinlemek korkularını ciddiye almak ona destek olmak için ilk ve en önemli adımdır çocuğunuzu dinleyerek korktuğu şeyi  tanımlamasına olanak sağlamak gerekir. Bir çocuğun karanlıktan korkmasının birçok nedeni olabilir. Örneğin, canavarlar çıkacağı için karanlıktan korkuyor olabilir veya karanlıkta önünü görmediği için bir şeylere çarparak canını acıtmaktan veya sadece hiçbir şey göremiyor olmaktan tedirginlik duyuyor olabilir. Korkunun kaynağını net olarak tanımlamak ona nasıl destek olacağınızı belirler. Önünü göremediği için karanlıktan korkan bir çocuğa küçük bir gece lambası almak, korkusunu ortadan kaldırmak için çoğu zaman yeterli olur; ancak canavarlardan korkan çocuğun daha fazla desteğe ihtiyacı olacaktır.  Çocuğunuzun korkusunu anlamaya çalışmak onun duygusunu önemsediğinizi gösterir ve böylece kendini güvende hissetmesini sağlarsınız. 

Çocuğunuzla birlikte korkusunun nedenlerini tanımladıktan sonra birlikte bu korkusunu önlemek için neler yapabileceğinizi konuşabilirsiniz. Korkuları yenmede en etkili yöntemlerden biri duyarsızlaştırmadır (desensitization). Son olarak ise ona zaman tanıyarak yavaş yavaş köpeklere yaklaşmasını sağlayabilirsiniz. Çocuğunuza korkularını yenmenin yanı sıra korkuyla nasıl baş edeceğini öğretmek de önemlidir. Çocuğunuza korktuğu zaman derin nefesler alarak kendini sakinleştirebileceğini veya zihinde canlandırma ile korkunç bir canavarı komik bir canavara dönüştürmeyi öğretebilirsiniz. Bunun yanı sıra çocuğunuzla birlikte korkuyla ilgili hikayeler okumak veya korktuğu şeyin resmini yapmak korkusuyla başa çıkmasına yardımcı olabilir. Çocuğunuza destek olmaya çalışırken kaçınılması gereken yaklaşımlar: Çocuğunuzu korktuğu şeyle bir seferde yüzleştirmek doğru değildir. “Şok” yöntemi genelde geri teper ve korkusunu arttırır.  Korktuğu şeyle yüzleşmeye zorlamak kadar korktuğu şeyden kaçınmasını desteklemek de doğru değildir. Aşırı koruyucu davranarak, korktuğu her şeyden kaçınmasına izin vermek uzun vadede kendine olan güvenini olumsuz etkileyebilir.  Çocuğunuzla korkuları üzerine konuşurken ders vermekten, konuyla ilgili şakalar yapmaktan, “olur mu öyle şey” gibi reddedici ifadelerden kaçının.   Unutmayın; çocuğunuzun korkularının tamamen ortadan kalkması zaman alabilir. Bunu bilmek çocuğunuza ve kendinize zaman tanımak açısından önemlidir. Böylece korkusunu yenmesi için baskıcı değil destekleyici bir yaklaşım sergileyebilirsiniz.