Çocuk

            Başkalarını önemseyen bir dünya meydana gelmesi, kişinin rahme düştüğü andan itibaren sevgi dolu ilişki kurma becerilerinin gelişiminden geçer. Psikolojik ve fizyolojik sağlıklılık için en büyük yarar kaynağı bu sevgi dolu ilişkidir. İlişkiden daha etkili ilaç var mıdır, tartışılır. Kurulan ilk ilişki anneyle rahimdeki bebek arasındadır ve bu ilişki anne ile bebeğin bağ kurmasını gerçekleştirir. Anne ve bebek arasında gerçekleşen bu bağlanma ne kadar doyurucu ve kaliteli ise kişinin ilerleyen yaşamındaki ilişkileri o kadar sağlıklı olacaktır. Dolayısıyla bir çocuğun kendine dair benliği, bunun sonucunda da hayata dair güvenli ya da güvensiz, endişeli, tutarsız, mutlu ya da mutsuz hissetmesi anne rahmindeki bu bağ ile yakından ilişkilidir.

            Hamilelik sürecinde anneyi etkileyen her şey bebeği de etki altına alır. Peki bu mucize nasıl gerçekleşir? Hamilelik döneminde anne ve bebeğin özel ritmi vardır. Bebek dünyaya dair fikirlerini, nasıl yaşayacağını annesi bağlantısı ile öğrenir. Annenin kalp atışları, nefes alışları çocuğun dünyada neler olup bittiğini anlamlandırmasını sağlar. Annenin kalbinin düzenli ritmi, bebeğe güvende olduğunu ve sevildiğini ifade eder. Düzensiz nefes alışları ve kalp atışları ise bir şeylerin yolunda gitmediğinin habercisidir. Bu durum rahimdeki bebekte huzursuzluk meydana getirir. Bunun kaynağı annedir. Yaşanan tüm bu olaylara, yetişkin bir insan tepkiler verebilir fakat rahimdeki ceninin sinir, kas ve algılama sistemleri yeterince gelişmediği için bu stresle baş etmede yetersiz kalmaktadırlar. Nitekim annenin davranışı ve duyguları bebeğin kişiliği üzerinde kalıcı etkilere sebep olur. Tüm bunlara engel olmak için en iyi panzehir hamile olan kadının önce kendi duygularının farkına varmasıdır. Kadın kendi duyguları ile baş etmeyi, bedenindeki değişimleri anlamlandırıp olumlu olana dönüştürebilmeyi gerçekleştirebildiğinde bebeğinin hissettiği huzursuzluk halinin önüne geçebilir. Dolayısıyla anne, çocuğun fizyolojik ve psikolojik gelişiminde yaşanacak herhangi bir olumsuzluğa karşı da önlem almış olmaktadır. Bebeğin yaşadığı bu huzursuz olma hali, annenin arada sırada yaşadığı duygu değişimleri ile değildir. Aksine bunlar çocuğa zarar vermemekle birlikte ilerideki hayatında oluşacak problemlerle baş etme konusunda çocuğa direnç kazandırabilir. Bebeğe asıl zarar veren sürekli ve yoğun huzursuz duygulara maruz kalmasıdır. Anne karındaki ceninin çok hareketli olması da bu huzursuzluğun sonuçlarındandır. Yapılan araştırmalar en hareketli ceninlerin büyüdüklerinde huzursuz insanlara dönüştüğünü göstermektedir. Bununla birlikte hamilelik döneminde yeni bir yere taşınma, yeni bir işe başlama kadına çok yoğun stres yaratacağından bebeğini de olumsuz etkilemektedir. Bu durum da anne ile bebek arasında kurulması gereken bağı geciktirmektedir.

            Bebeğin ana rahmindeki yaşantıları onun zeka gelişimini de etkilemektedir. Genetik kalıtımdan sonra zeka en çok anne ve babanın bebeğine sağladığı ilişkiden etkilenmektedir. Bu ilişki çocuk ana rahimdeyken başlayıp hayat boyu devam etmektedir.

            Hamilelik döneminde anne kadar babanın da rolü büyüktür. Kadının eşi ile yolunda gitmeyen birlikteliği var ise bu durum kadını negatif duygulara sürükleyecektir. Dolayısıyla kadının olumsuz duyguları karnındaki bebeğini de etkilemektedir. Var olan ihmalkar baba en az anne kadar yıkıcı sonuçlara sebebiyet vermektedir çünkü bebekler altıncı aydan itibaren hissedebilen, hatırlayabilen, duyabilen ve öğrenebilen varlıklardır. Öyle ki rahimde anne babasının kendi hakkındaki duygularını anlar. Bahsedildiği üzere rahimde geçirdikleri altı aydan itibaren bebekler duymaktadır ve duyduklarına tepkiler verirler. Bu dönemde bebekle yumuşak ve sakin bir ses tonu ile konuşmak ona sevildiği ve istendiği mesajını verir. Bebekler kelimelerin anlamını bilemezler fakat bu sonuca ses tonundan ulaşırlar. Yapılan araştırmalar hamilelik sürecinde bebekleriyle konuşan anne babaların seslerini, yenidoğan bebeklerinin tanıdığını ve tepkiler verdiğini göstermektedir.

            Doğum sırasında da doğum öncesindeki altıncı aydan itibaren de bebeğin beyni tüm duyguların kaydını tutmaktadır. Bundan dolayı çocuğun nasıl doğduğu; normal mi, sezaryan mı, acı çekerek mi, kolaylıkla mı, doğum sırasında annenin neler hissettiği; endişeli mi, güvenli mi, heyecanlı mı, mutlu mu bebeğin dünyayı algılama şeklini belirlemektedir. Doğum anında da annenin duygularını bebek algılar ve içselleştirir. Farkında olmaksızın bu duygular hayat boyu onunla var olur. Bebeğin sahip olduğu bir iç dünyası vardır ve temelini anne oluşturmaktadır.

            Hamilelikte ve doğum sonrasında ihmale uğramış, temas eksikliği yaşayan, sarılma ve okşamanın sağlanmadığı bebeklerin çok daha yavaş kilo aldığı, daha az iştahlı oldukları, daha az emdikleri ve daha çok ağladıkları görülmektedir. Aşırı yoğun kaygılı kadınların ise doğumları oldukça zorlu geçmektedir ve bu bebeklerin doğduktan sonra nabzı, nefes alışı ve rengini belirleyen aspar dereceleri de çok düşük çıkmaktadır. Bu durum bebeğin müdahale gerektirecek durumda olduğunu göstermektedir. Nihayetinde hamilelik süresince psikolojik destek alınması, doğum konusunda danışacakları birinin varlığı büyük önem taşımaktadır.

            Doğum gerçekleştikten sonra anne ve bebek bağ kurmaya devam etmektedirler. Dolayısıyla doğum sonrasındaki ilk anlarda anne ve bebek birbirinden koparılmamalıdır. İhtiyaçları olan bolca temas ve dokunmanın gerçekleşmesidir. Eğer doğum sonrasında da sağlıklı bağlanma devam ederse güvenli ve kendine yetebilen çocuklar meydana gelmektedir. Bu doğrultuda çocuklar ilişkilerini sağlıklı yürütüp devamını da sağlayabilirler.

            Yaşanan her problem belirli sonuçları beraberinde getirmektedir. Bunun oluşmaması için sevgi ile yaşamımızın en başından itibaren belirli ve özel olarak temas etmemiz gerekmektedir. Aksi gerçekleştiğinde ise sonuçları oldukça sarsıcı olabilir. Olay ve durumları hatırlamıyor olsak da onlar bizimle var olmaya devam ederler. En derindeki hatıralar bile bugün yaşadığımız problemlerin nedeni olabilmektedir. Hafızamız hamileliğin altıncı ayında yaşadıklarımızı kaydetmeye başlar. Yalnızca konuşmaya başlamadan önce yaşanan olayların anlatısı oluşmadığı için bu anılar bilinçli hafızada yer almaz.

            Birçok insanın ciddi problemleri var. Bu sorunlar kimilerinin gündelik ilişkilerini bozarken kimilerinde belirli bedensel rahatsızlıklar olarak kendini göstermektedir. Bize problem yaratan her şey anne karnında oluşmamaktadır çünkü hayat akışkandır ve her bir yaşantı beraberinde duygusal hafızamızda izler bırakır. Ancak anne karnındaki ve doğum anındaki anıların etkileri ciddi ölçüde önem taşımaktadır.

 

 

 

 

             Travma, Afet ve Kriz Birimi Adına,

             Psk. Çağla Özcan

             Kasım, 2017

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KAYNAKLAR

 

Levine, P. A., Kline, M. (2014). Ey Travma Bizden Uzak Dur. Ayşegül Cebenoyan (Çev.). İstanbul: Doğan.

 

Szalavıtz, M,. Perry, D. B. (2011). Sevmek için Doğarız. Ertuğrul Memed Koç (Çev.). İstanbul: Kuraldışı.

 

Verny, T., Kelly, J. (2017). Doğmamış Çocuğun Gizli Yaşamı (6. Baskı). Belkıs Elgin (Çev.) İstanbul:                  Kuraldışı.

 

Yazgan, Y. (2016). Yaşantıların Psikolojisi ve Biyolojisi Labirent Yolculukları (3. Baskı). İstanbul: Remzi.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Göztepe Mah. Dr.Rıfat Paşa Sk. Sadık Bey Ap. No:27 K:12 D:12 Göztepe İstanbul
0216 386 70 92