Ergen

Bağımlılık beynimizin zevk merkezini etkileyen kronik bir hastalıktır. Diğer tüm kronik hastalılar gibi bireyleri biyolojik, psikolojik ve sosyal olarak negatif etkilemektedir. Bağımlılığın yaşamsal alanda farklı türleri varmış gibi görünse de, özüne inildiğinde hastalığın ana dinamiğinin aslında; beynimizin zevk merkezinden salgılanan o muhteşem kimyasalların tercihlerimizi, karar verme yetimizi, düşünme ve duygularımızı nasıl sağlıksız etkilediğidir. Bütüne, iç içe geçen kümeler olarak bakarsak… Birinci küme bütün bunların sonucu bağımlılığın kişilerin çevrelerini algılamadaki çarpıklıkları ve zaman içinde hayatlarının anlamının hastalıklı hale gelmesi ise, ikinci küme kişilerin sosyal olarak nasıl etkilediği, ailenin ve içinde bulundukları toplulukların bu hastalıktan nasıl etkilendiğidir. Üçüncü küme ise kişinin ailedeki tek bağımlı olup olmadığıdır; ailede kaç kişi farklı formlarda bu hastalığı yaşamaktadır? Bu soru göz ardı edemeyeceğimiz kadar önemlidir. Bağımlılık genetik özellikleri olan bir aile hastalığıdır. Sorunun kökeni ise birkaç nesil geriye, hastalığın aile davranışları içine entegre olmasına ve aile için bunun normal algılanmasına kadar gidebilmektedir.

Şimdi ana soruya geri dönelim, İYİLEŞME NEDİR? KİŞİ ASLINDA NEDEN İYİLEŞMEKTEDİR? YA DA İYİLEŞMESİ GEREKEN KİMDİR, HANGİ BAĞIMLIDIR? Şeytanın avukatı olmaya devam ettiğimde, bağımlılığın yaşamla gelen sorunlar, sevinçler, travmalar, başarı ve başarısızlıklar ile başa çıkabilmede bireylerin ve ailelerin benimsediği bir yöntem olup olmadığını sorabiliriz. Eğer öyle ise zaman içinde geri tepen bu yöntemin, özünde birçok şeyi halının altına süpürüp bireylerin ve ailelerin daha da hastalanmalarına sebep olduğunu acaba ne zaman anlayacağız? 

Küçük dünyamızda kaç kişi var, ona bir bakalım,  7 - 8 milyar (!) ve  git gide artmakta. Herkesin bir ailesi olduğunu düşünürsek bir o kadar aile, anne, baba, kardeş, eş, çocuk, sevgili… Bu şu demek, her birey hayatını farklı yaşamakta, bu da bize en azından bu sorunun 7 – 8 milyar değişik varyasyonu olduğunu, buna kültürel farklılıkları, inanç farklılıklarını, cinsiyet ve cinsel tercih farklılıklarını da eklediğimizde, tarihsel gelişimin davranış bilimleri açısından genlere kopyalanması teorisini de bu pakete koyduğumuzda, bireylerin bu konuları algılayışı ve ailelerinin algılayışları buna eklendiğinde, iş gerçekten karmaşık hale gelmekte.

Bağımlılığın tarih boyunca insanoğlunu etkilediğini biliyoruz, arkeoloji bilimine göre antik Kartaca`da, damat adaylarının gerdek gecesi evveli bir hafta boyunca alkol detoksuna girdiği kayıtlar ile bilinmektedir. Demek ki biz insanoğlu derinlerde bir yerde bir şeylere vakıfız ki bazı şeyleri modern tıp kanıtlamadan yapmaktayız. 1930`lardan itibaren bağımlılık tedavisi ile ilgilenen tüm disiplinler, hukuksal, tıbbi, sosyal önleyici veya müdahale edici devlet politikalarını geliştiren kurumlar ve hükümetler deneme yanılma yöntemleri ile birçok değişik yöntem oluşturup uyguladılar ve bu konuda başarılardan veya başarısızlıklardan çok şey öğrendiler. Zaman içinde şu anki uluslar arası sistemlerin ana hatlarını oluşturdu. Artık biliyoruz ki bağımlılık bireysel olduğu kadar bir aile hastalığı, insanoğlunun çeşitliliği ile ele alınırsa, bu soruna tek yönlü bakış ve çözüm modelleri sınıfta kalmaktadır. Her bağımlılık çeşidinin temelde aynı ama farklı dinamikleri olduğunu da göz ardı edemeyiz. Bu bize farklı disiplinlerin bir arada çalışmasının bir gereklilik, bağımlılık alanında ayrı bir uzmanlaşma gerektirdiği gerçeğine götürür. 

İyileşmeye baktığımızda iki taraf görürüz; iyileşmeye girebilmek ve uzun süre onu koruyabilmek. Herkes iyileşmeye girmenin zorluğundan bahseder; oysa doğru yaklaşımlar ile bu o kadar da zor değildir. Sandalyenin tüm ayakları oluşturulduğunda, sistem işlemeye başlar. Biyolojik tedavi ayaklarından biri davranış bilimleri, ikincisi aile ile çalışma, son olarak sosyal dayanışma size ihtiyacınızı verir. Temel sağlam ve oturmaya hazır hale gelmiştir.  Bağımlılık konusunda iyileşmede olmak, metroda hareket eden bantlarda tersine yürümeye benzer; yürümeyi bırakırsanız, kendinizi başa dönmüş bulursunuz. Unutmayın bağımlılık kronik, ilerleyen ve tedavisi olmayan ancak durdurulabilen bir hastalıktır. O zaman nasıl bu sürece girer veya bu süreci korumayı başarabiliriz? Tek bir yolu maalesef yok. Unutulmaması gereken, kaç yaşındaysanız sorununuz o kadar köklüdür, öncelikle bunu kabullenmelisiniz. Genelde üzerinde çalışmanız gereken temel unsurlar ise;

  • Yaşamınızda bir sorun olduğunun farkına varmaktır. Sorunu belirlemek en kolay aşamadır. Bağımlılar, derinlerde bir problem olduğunu ve bunun bağımlılıkları ile ilgisini bilirler.  İllüzyon, kabullenme aşamasında başlar; her bağımlı durumunu inkâr eder; onlar süper kahramanlar olarak bu sorunu tercih ettikleri an çözebilirler. Ama o tercihi yapacakları gün asla gelmez; doğru zaman değildir. Özünde inkâr bir savunma mekanizmasıdır; biz insanlar herhangi bir sorunu kabullendiğimizde çözüm arama doğal olarak gelişen bir süreçtir. Zor olan budur; değişim, değişimin bilinmezliği korkutucu olandır. Bağımlılık ne denli zarar verici olsa da, belirli bir rutini vardır. Bu, iyileşmenin belirsizliği yanında bağımlı için daha güvenlidir. Değişim bilinmezliğin karmaşası ile gelir; direncin ve inkârın ana sebebi budur.
  • Doğru yardımı bulmak ve tedavide güvenebileceğiniz birileri önemlidir. Her profesyonelin herkes ile uyumlu olması gibi bir kural yoktur. Bu konuda yeterli olduğuna inandığı birine yönlendirme, bu işin en önemli kuralıdır. 
  • Kişiye ve aileye göre doğru yöntemin belirlenmesi, bu sürecin minimum bir sene olduğunu göz önünde bulundurduğunuzda, bağımlı kişi ve aile hastalık, tedavi, iyileşme süreci hakkında olabildiğince bilgilendirilmelidir. Kronik hastalıklarla ile yaşamayı öğrenme, uzun vadede rehabilitasyona iyi bir zemin hazırlar. 
  • Her bağımlı birey otoriteyle sorun yaşar. Ya otorite işlevsel değildir, ya da otoriteye karşı çıkar. Burada denge iyileşmede önemli süreçlerden biridir. 
  • İlk birkaç ay kolay gibidir; bağımlı birey ve aile motivedir. Sabır, burada anahtardır; aktif olarak bağımlılığı sürdürmemek iyileşme değildir. Bu sadece bir başlangıçtır. Bağımlı iki ayda bu hale gelmemiştir, iki ayda da iyileşmeyecektir. Burada aceleci olanlar genellikle ailelerdir; onlar da iyileşmeye geçmediklerinde sağlıklı ve işlevsel aile dengesi asla oluşmayabilir.
  • Gerçekçi motivasyon yeni yürümeyi öğrenen bağımlı için önemlidir, sonuçta kişi yeniden nefes almayı öğrenmektedir. Önemli olan içinde bulunduğu gün ve onun getirdikleri ve hastalığı ile başa çıkabilmesidir. Bir günü sağlıklı tamamlayabilen kişi, bir ömür boyu iyileşmede kalabilir. Bu emek gerektiren bir süreçtir; işlevsel, sorumlu ve özgür bir kişi olmak hastalığın kolaycılığına kaçmak, iyileşmenin başında çok yorucudur. 
  • Her bağımlı birey kendisini özgür zanneder. Asıl özgürlük, zannettikleri şey değildir. Kendi kendine yetme ve sağlıkla, kendine ve çevrene zarar vermeden hayatta kalabilme aslında gerçek özgürlüktür. İyileşmenin ilk 4-6 ayı içinde düşüncede suçlama, bahaneler, kendine acıma gibi mayınlar çıkar, gerçekçi zeminlere sahip olsa da bu düşüncelerin çoğu çarpık ve hastalıklıdır.  İyileşmenin ilk 9 ayı, adımlarınızı ve tercihlerinizi oluşturur, belki de ilk bir sene verilecek en büyük sınav budur. 
  • İyileşmede kalmaya inat etmek, değişime açılmak ve yardım almaya gönüllü olmak; bu size yeni bir güç verecektir. Büyümeye atılan her adım heyecan verici bir macera gibidir.

 

  • Dönüşüm sonrası, bağımlı birey artık yardıma muhtaç zavallı değildir; geliştirdikleri yeni iletişim yöntemleri, sağlıklı yaklaşımları, yeni bir yaşam tarzları vardır. Bununla başa çıkamayan ailelerdir; aktif olmayan ama davranışları ile eski bağımlıyı ararlar. Bu en büyük tehlikedir; kaliteli bir iyileşme için değişim her iki taraf için birlikte olmalıdır. Olmaz ise, aile bağımlıyı ya hastalığa ya da iyileşmeye kurban verebilir. 
  • İyileşme ömür boyu süren yolculuktur. Büyüme bazen duraklasa da devamlı beslenmesi gereken bir çocuk gibidir. Hayatın kendisi beslendiğiniz alandır, bilmek ve tecrübe en güzel duygudur. Siyah- beyaz düşünce yapısından çıkmak ve gri tonları keşfetmek… Renkleri görmek, farklı açılardan bakacak cesarete sahip olmak, duygularını hissetsen de davranışlarınla kontrol altında tutmak… En önemlisi kendine zarar vermemek. İkinci yıl bu dengeleri kurmak ile geçerken aktif hale geçmemek veya bağımlılığını bir başkası ile dönüştürmemek. Temeli sağlam evrensel bir bağ, doğa ve içindeki her şey ile birlik olabilme; olanlara saygı duyabilme ve bir kum tanesi olduğunuzu bilme. Neye inanırsanız inanın, kişisel ve ruhsal gelişim sıkıcı olmak zorunda değildir. 
  • En sık yapılan hatalardan biri, kişilerin kendilerine aşık olmalarıdır. Bu oldu mu, biz buna iyileşme değil, iyileşmeyi kötüye kullanma deriz. Hastalığa dönüş bu aşamada çok yakındır. Sahte gelişim, hastalıktan daha tehlikelidir. Önemli olan şunları diyebilmektedir: 

 

“Ben bir insanım hata yaparım, ders alırım ve bir daha yapmamaya gayret ederim. Her gün değişirim, dünkü ben bugünkü ben değilim; pişmanlıklarım yok, geçmişimle barışığım; bugünkü beni dün oluşturdu. Limitlerimin, gücümün veya güçsüzlüklerimin farkındayım ve onları kabullenmiş durumdayım. Hayatımın en zor işi iyileşmede kalmak; hastalığımı biliyorum, tanıyorum ve bana yapabilecekleri hep aklımın ucunda. Bu beni esir değil, özgür yapan şey. İyileşmeyi yaşamıyorum, hayatı yaşarken gerektiğinde ondan iyileşiyor ve büyüyorum.”

 

 

Uzm. Kln. Psk. Çağla Begüm YÜCE

 

 

 

 

Göztepe Mah. Dr.Rıfat Paşa Sk. Sadık Bey Ap. No:27 K:12 D:12 Göztepe İstanbul
0216 386 70 92